29 Nisan 2011 Cuma

Kişilik Harbi...

Bu sabah çalar saatimden daha erken uyandım. Hayattan yeni mezun olmuş gibi boşluk soluyordum aynaya. Aynadaki ben “bugün o gün mü?” diye sordu… Kafamı iki yana salladım suratıma bakamadan… Kendime verebilecek bir “evet”im bile yoktu bugün… Hızla kaçtım aynadaki benden. Merdivenden inerken basamakları saydım. Bu geçen yıldan beri edindiğim bir huydu. Her seferinde en son basamağı inerken ya da çıkarken içimde garip bir huzur oluşuyordu “yüzaltı” derken. Benim şikâyetim yoktu bugünün dün veya yarınla aynı oluşundan. Sıradanlık hoşuma bile gidiyordu. Sokak kapısının zili çalışmadığı için kapı mandalını tutan zinciri ters tarafa çektim uyarı yazısının kalanını okumadan. Sokakta sabah olmuştu. Parktan geçerken bankta bir adam uyandı adım seslerime. Aynı anda bir otobüs kırmızı ışıkta geçti. Kadının biri balkondan sütyenlerini topluyordu. Bir kafenin önünde bekleyen iki tane ast çalışan kadını izliyordu fısıldaşarak aralarında. İki kedi Temmuzu Mart sanıyordu. Sütyen toplayan kadının telaşıyla parkta uyanan adamın telaşı tamamen farklı yönlere gidiyordu. Uyanan adam “Günaydın genç” dedi. “Günaydın” dedim. “Bir cigara versene içiyosan” dedi. Cebimden sigara paketimi çıkartıp bir dal sigara uzattım parkta yeni uyanan adama. Teşekkür etmedi. Başında dikili kalmıştım. “Sakalın rahmani mi şeytani mi” dedi. Sorusuna bakakalmıştım. “Nerelisin” dedi. “Samsun” dedim. “Ben de Urfa” dedi sormadan. “Cemaatten misin” dedi. “Anlamadım” dedim. “Adıyaman’da menzilli derler senin gibilere, yüzünde bir nur var sensin” dedi. Hiçbir şey anlamadığım bu konuşma penceresini arkamı dönüp kapattım. Köşede bir simitçi siyah bir çamaşır selesi içinde gelen taze simitleri diziyordu arabasına. Kendime çamaşır selesinden bir simit ısmarladım. Kendim çok mutlu oldu. Açık bir kafe bakındım çay içmek için ama hepsinin önünde çalışanlar vardı sahiplerinden öte. Elimde simitle yürürken durakta uyuyan bir adam gördüm. Aynı anda çöpten karton toplayan çocuklar arabalarıyla yarış yapıyordu boş yollarda. Uzun boylu çöpten kutu toplayan çocuk kazanıyordu yarışı. Kısa boylu çöp toplayan çocuk anlamadığım bir dilde anlamadığım küfürler ediyordu uzun boylu çöpten kutu toplayan çocuğa. Bir adam telefonda karısıyla tartışıyordu el hareketleriyle bu sabahımsı pekte görmeyen saatlerinde. Kadının sesi adamdan daha fazla duyuluyordu. Durakta uyuyan adam gözleri kapalı burnundan nefes alarak uyandı. Gözlerini açtığında elimdeki simitle bakıştı bir müddet. Adam henüz beni görmemişti. Ona doğru bir adım attım. Adam adımlarıma baktı. Yanına geldiğimde bugünün ikinci günaydınını duydum. Adam ve elimdeki simit aniden kavuştu. “Kaç numarayı bekliyosun” dedi dişleri susamdan daha siyah olan adam. “Otobüs beklemiyorum” dedim. “E ne bekliyosun o zaman, sittir git” dedi. Adam haklıydı. Madem otobüse binmicem neden kimsesiz durağı işgal ediyordum. Başkent şahsına yakışır bir şekilde uyuyordu. Memurlar ve öğrenciler sadece sabah altı ve yedi arası günde bir saat ortaklaşa uyuyordu. Bu saatte bu kenti gezmenin bana verdiği keyif, halı saha maçında birinin beş gol atması ve maçın  beş-dört bitmesinden daha keyifliydi. Keyfime kendimin diyecek bir şeyi yoktu. Daha yarım saatim vardı bu keyfi içime çekmek için ve evden sadece onbeş dakika uzaktaydım. Yani uzaklaşacak bir onbeş dakikam daha vardı. Yollar boş olmasına rağmen bir üst geçit kestirdim gözüme. Merdiven basamakları tam saymalıktı. Her basamağını iki adımla geçtiğim üstgeçidin bir tarafında otuzaltı basamak bulunuyordu. Yolun karşısına geçip indiğim basamakları saymaya başladım. En son basamağın otuzbeş’e denk geldiğini görünce üzüldüm. Kesin bir yapım hatası vardı. Köprüye uzaktan baktım ve gayet düz görünüyordu. Tekrar köprüden geçip basamakları tekrar saydım. Köprünün tekrar bir tarafında bir eksik/fazla basamak olduğunu gördüm. Rotamı tekrar eve doğru çevirdim. Öteki insanlar gelince ben fazla gelecektim bu kaldırımlara. Durakta uyanan adam selam verdi geçerken. Selamını aldım. Kafenin önünde bekleyen hiçbir çalışan yoktu dönerken. Hepsi günlük kafesel telaşlarına iş başı yapmıştı. Parkta uyuyan adam tekrar uykuya dalmıştı. Balkonda hiç çamaşır kalmamıştı. Simitçi hala özenle diziyordu simitlerini. Apartmana girerken basamakları tekrar saydım ve son basamağın yüzaltı olduğunu görünce içime garip bir huzur doldu yine. Eve girdim. Aynada kendime rastladım. “Bugün o gün mü” diye sordu. İçimden “Hayır” diyerek aynadaki kendimden uzaklaştım. Bugün ölmek için bir gün değildi. Ama benim hala umudum var. Bugün değilse de yarın ölmek için bir gün olabilirdi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder