4 Mayıs 2011 Çarşamba

Ankara'da Aşık Olmak...

Kentler ikiye ayrılır…

İçinde aşık olunan kentler…

içinde yalnız kalınan kentler…

Yürek hep aşkın tarafındadır ama yalnızdır hep taraf olduğu kadar…

Siz hiç bir sabah uyanıp hep o sabahta kalmak istediniz mi… Ben istedim… Zaman dursaydı olmazdı şikayetim…

Kentler ikiye ayrılır… Aşk kokan kentler ve çöp kokan kentler… Kalbin ömrü çöpe atılana kadardır… Son kullanma tarihi yazmaz üzerinde geçmişlerin…

Siz hiç bir gece boyunca gözünüz camın buğusunda onu beklediniz mi… Ben bekledim… Yine gelmese, yine beklerim…

Kentler ikiye ayrılır… İçinde kaybolunan kentler ve kentlerin içinde kaybolduğu içler… Bir durak uzağındasınızdır belki kavuşmaların ya da birkaç durak geç kalmışsınızdır düğmeye basmak için… İki adım gerisinde kalmışsınızdır mutlulukların… Dikkat etmemişsinizdir otomatik sancılara…Ve gelecek hiç gelmemiştir… Şimdiki zaman ile geçmiş zaman arasında bir ilkokul tahtasında yazılan yanlış bir kelimesinizdir bazen… Kimsenin gözüne bile batmadan yok olmuşsunuzdur. Ya da öyle bir kavuşmuşsunuzdur ki matematik yalandır artık sizin için… İkisellik tek bir bedene sığdırılmış bir sevgi yumağıdır gülümsemenize yansıyan… Kollarında unutursunuz bu dünyayı, başınız döner kadehlere gereksinim duymadan…

Siz hiç ilk görüşte aşık oldunuz mu…Ben oldum…Soyadı kadar ani vuruldum…Tanımasam, sevmesem yine denk düşerdi boşluklarmı, boşluklarına…

Kentler ikiye ayrılır… Kar yağınca çamur kokan kentler ve kar yağınca bir gelinlik giymiş gibi masumiyet kokan kentler… Soğuk nedense inceltir yaraları… Ve üzerini beyaz bir örtü gibi örte kar… Kar en çok başkente yakışır… Aşkın en yalın halidir karlı parklar…

Siz hiç ömrünüze onun ömrünü kazıdınız mı… Ben kazıdım… Her ne kadar kompartımana ayrıldıysa hayat, herkesin ineceği durak bellidir… Yolunu bilen, yolcusunu da bilir… Yol aynı zamanda bir kavuşma biçimidir aşıkların… Ve her aşk katilidir bir öncekinin… Cesetlerinde parmak izleri yoktur terk edenlerin… Aslında kavuştun mu bir kere kavuşursun, veda ederken her seferinde veda edersin aşka… Vedalar dahaca sancıtır ayrılığa ayarsız sevdaları…

Kentler ikiye ayrılır… Seni yaşatan kentler ve sni yaşayan kentler… Doğa olaylarının bir parçası gibi uyanıp uyursun mekanik bir hayalsizlik güzergahında… Çok da bir anlamı yoktur nefes alıp vermenin ya da fotosentez kıvamında yaşamanın… Senden çok yaşar kentler seni, alıştırıp kendine yorar bilinmezlikte… Bazı kentler hunharca yaşarken seni, bazıları her uyandığında sana özgürlüğünü yeniden verir… Bir hiçsindir uyandığında ama her bir adımında sokağının, sen kendin olursun; insanlar bir süs bahçesi…

Siz hiç bir insanı senelerce büyüttünüz mü içinizde… Ben büyüttüm… Ve korktum hayali gerçeğine hayal düşecek diye… Anılarınızı sakladınız mı peki çocukluk fotoğrafların en dibinde… Ben sakladım… Ve korktum her gün olur da bir gün denk gelemeyiz diye…

Kentler ikiye ayrılır… İnsanın yüzüne gülen kentler ve insanın arkasından gülen kentler… Kiminin köprüleri vardır hayatları kavuşturmak yerine ayıran, kiminin yokuşları buz tutup size hep geçmişi sunan…

Siz hiç Ankara’da aşık oldunuz mu… Biz olduk… İlk kez anlamlı baktı gözlerim bir göze ve hiç birden bu kadar çabuk unutmadım üşümüşlüğümü… Sarıldım, kokladım, öptüm ve ilk kez çıkmadı üzerimden bu kadar bir kokunun nefesi… Mutluluklardan mutluluk beğendim ve tam ruhuma göre bestelenmişti sanki onun sesi… Satırlar yazıldı alınlara ve yıllar büyüttü yılları… Başka kentlere gitse bile insan, terk edemiyor bu başkentsel yalnızlıklarını ve geriye kalan sadece bir sokağın tavanı dolusu mutluluk silsilesi….

1 Mayıs 2011 Pazar

Sana gitmek...

Bu özrü kabahatinden beter bir serzeniş değildir… Belli ki doyamamışım seni yaşatmaya…

Ben sende yansımamı unutmuşum, aynadaki sadece alıştığım bir benlik… Mahrum olmuşum yüzünden, gözünden yıllarca… Bütün bu hayat yolculukları sadece seninle beş dakikalık bir molaya varmak içinken, ne kadar şanssız paralel ve meridyenlerden geçmişim… Sensiz geçen yılları cebimde biriktirmişim… Köşeden kim dönse, sen sanmak istemişim… Nice günler özlemişim, anılarımızın şerefine içimde seni durmadan öldürüp diriltmişim.. Bazen kendimden geçmişim… Ama senden, hiç geçmemişim…

Bir çay kaşığı kadar yakın kalamadım ben sana… Şekerin tadını unuttum yoksun kalalı ellerinden… İçimden şehirler geçti, hala mutluluklarımın öznesi sen… Yola bile benzemiyor seninle yürüdüğümüz yollar sensizken… Adın ve Soyadın arasındaki boşluk kadar yanı başındayken, şimdi kaç kent var aramızda kimbilir… Kaç kentte izi kaldı aşkının kimbilir… Kaç yastık usandı sensiz sabaha uyanmaktan, ve kaç masal anlattım gecelere kimbilir…

Ve şimdi sana gitmek için geçiyor saniyeler… Enkazında ezilmeden geçmişin, yine sana doğuyor sabahlar… Yollarımız farklı olduysa bile, yürek izlerimiz hep aynıydı… Ve işte yine kesişti yollarımız… Bu sefer kazanmakta kaybetmekte elimizde bilesin…

Yarım...

kavuşamadık hala,
bir yanım boşluk,
üşümekte sensiz...

kavuşamadık hala,
geçmekte mevsimler,
çocuklar büyümekte,
yüreğim iki büklüm,
yüreğinin yarısını,
beklemekte...

kavuşamadık hala,
geçmemekte bazen zaman,
günler inat etmekte...
bundandır yüzüm düşer,
bundandır kuşandığım,
yarım yamalak gülüşler...

kavuşamadık hala,
bir yanım hazan,
yürümekte ellerinsiz...

kavuşamadık hala,
intihar eğimli yapraklar,
ve tek yastıkta kocayan,
saçlarım dökülmekte...
gözlerimi hiç sorma;
hep özlemle çiselemekte...

kavuşamadık hala,
tükenmekte mesafeler,
kısalmakta saatte bir kucak...
doğumgünümsün beklediğim,
diğer yarımın yarısı,
bir seninle dirilmekte...

Yirmidörtlük Kayıp...

Sahi ne kadar da uzaktır uzaklar… Gözümün önünde dokunamadığım dokunaklı bir gerçeksin şimdi… Uzansam, dokunacağım 24 yıllık hasretine…

İçim bomboş bir köy… Her yanım boşluk sensiz… Öksüz kalmış içimdeki tümceler, bulamamışlar öğelerini…

Ne kadar zerre varsa sana dair, her birine bölündüm ve göklerle birleştim… yağdım saçlarına, yağdım avuçlarına… sen bunu hiç bilmedin… saklambaç oynayan iki yüreğin arifesiydi buluşmamız… sobelenmeden yoktu ölmek, ya da dönmek sana çıkan, çıkmayan tüm tek şeritli yollardan… Ardına harfler kazıdım, oluk oluk aktın aklımdan, her şeyi unutmayı becerebildim de bir şekilde, bir seni unutamadım… Koynuma sinmiş bir öyküydün, kimseye anlatamadım… Yalnızca büyüdün işte her masal gibi… 24’lük yorgun, koca bir masal…

Kayıplarında aradım seni adım adım… İzin vermedi metropoller izlerinde yaşamama… 50 adım atıldı kavuşmak için… 26 ben, 24 sen… ve hazinesi bu ömrün kollarımda çok şükür… vasati bir sayısı olmayan bir kibrit kutusunun içinden çıkıp geldin resmen, bu hayati boşluklarıma… Bileklerime kadar hissediyorum şimdi seni ki daha bir güçlü kılıyorlar beni toprağa basarken… 

En büyük doğum günü hediyemdir 24’üncü yaşın… Yılları sayıp veremem belki geri sana, ama ne varsa aşka dair şimdi, bakıp gözlerinin taa dibine paylaşabilirim gözlerimi kırpmadan… İnsanlar var yakınlar birbirlerine… Ve gözlerinin içine bakınca o insanlar, görüyorlar aralarındaki asıl uçurumları… Bazıları kayıp bile mesafelerinde o bakışların… Oysa ben hissediyorum şimdi seni, iliklerime kadar aşksın sen… Ensemde bir nefes ve enfes bir tat dudaklarımda… Sen benim aşk sarhoşluğumsun… Ayılmak istemediğim 24’lük bir aşk sarhoşluğu...